Bisiklet her çocuğun rüyasıdır ancak bizim kuşak için ulaşılması zor bir hayaldi. İki önemli ve çocukken daha anlamlı olan kavramın da cisimleşmiş haliydi. “Eğlence” ve “Keşif”...
Çocuk için sayılar sayabileceğinden çok, yetişkinler olduğundan daha büyük ve mesafeler aslında olduklarından çok daha uzaktır. Bir sokak aşağıdaki oyun parkı çocukken ulaşılmaz görünür ama aynı sokaktan bir yetişkin olarak geçtiğinizde o parkın aslında iki adımlık mesafede olduğunu anlarsınız. İşte mekanların birbirinden böyle çok uzak olduğunu sandığımız bir dönemde dünyamızın sınırları evimizin olduğu sokak ile bakkala gittiğimiz arka sokağın kesişiminden ibaretti. Belki olsa olsa iki sokak aşağıda arkadaşlarımız ile top oynadığımız boş arsa da bu sınırlara dahil edilebilirdi. Ancak onun dışındaki tüm dünya keşfedilmeyi bekleyen bakir bir alan ve fakat fiziki imkansızlıklar nedeni ile sadece hayal edilebilen uzak bir ülke gibiydi. İşte o uzak ülkeyi fethetmeyi sağlayan o mucize vasıta ise bisikletti. O vasıtaya sahip olanlar alt caddedeki pastanenin limonatasının tadını bilirler, onun hemen yanındaki sinemada oynayan filmlerin afişlerini herkesten önce görürlerdi. Yüzmeye gitmek için bir ebeveyne ihtiyaç olmadan da plaja ulaşılabileceğini ilk onlar tecrübe etmişlerdi. Yan mahalleden bir kıza aşık olmanın heyecanını da ilk onlar yaşamışlardı. Bisiklet dünyanın sınırlarını genişleten bir araçtı ve keşfedilen her yeni sokak yeni cadde bir sonraki için heyecan yaratır, bir sokak daha, bir cadde daha ileriye gitmek için büyük bir heves uyandırırdı. Bu heves tek bir soruya yol açar ve pedala o hevesle basardık.
- “Bir sonraki sokakta ne var?”
Öğrenmenin en temel çıkış noktası soru sormaktır. Ebeveyn olanlar bilirler ki bir çocuk sorularına cevap aldıkça öğrenmeye dolayısıyla gelişimine devam eder. Bir kurumun tecrübeli çalışanları ve yöneticileri olarak aslında “Kurumsal Ebeveyn” ( güzel bir tanım oldu 🙂) rolünü üstlenmeli ve genç çalışanların soru sorma yetisini sürekli beslemeliyiz. Bunun üzerine cevap verme kültürünü de keşfetmeye, denemeye, yaparak öğrenmeye uygun hale getirmeliyiz ki; gençler bir sonraki öğrenme döngüsü için en büyük uyarıcıya maruz kalsınlar. Çünkü genç bir dimağ için eğlenceli olan keşfetmektir.
Birkaç ay önce yaptığım bir sunumda bu durumdan bahsetmiş ve hangi kademede olurlarsa olsunlar yönetici pozisyonlarında çalışanların genç veya kendisinden daha tecrübesiz çalışma arkadaşlarına karşı “tahammül” eğrisinin zamanla aşağıya doğru indiğini örnekleri ile anlatmıştım. Yöneticilerin başlangıçta sahip oldukları “öğretme hevesi” ve “hoşgörü” seviyesi zamanla beraber azalıyor ve bir noktadan sonra memnuniyetsizliğe dönüşüyor.
- “Bunu hala öğrenemedin mi?”
- “Artık bunları bana sormaman gerekiyor.”
- “Kendin öğren, bana anlat, sonrasında duruma göre ben eksik ya da yanlışları düzeltirim.”
Bu ve benzeri birçok motivasyon kırıcı ve sert tepkiler verme eğilimleri giderek artıyor. Bu durum genç çalışanlarda kurumda geçirdikleri süreye paralel olarak motivasyon kaybına ve ilk başladıkları andaki öğrenme-performans eğrisinde düşüşe yol açıyor.
Gençlere öğrenmenin bir süreklilik gerektirdiğini, sürekli öğrenmenin ve kendini geliştirmenin sürdürülebilir başarıyı getirdiğini vs. öğütleyen büyük büyük laflar ediyoruz. Peki gerçekten öğrenmeyi teşvik edici bir kurum kültürü veya çalışma ortamı sağlayabiliyor muyuz?
Gençler için kurumsal prosedürlerimiz, iş akışlarımız, “yapılacaklar” veya “yapılmayacaklar” listelerimiz, organizasyon şemalarımız sıkıcıdır. Tepeden inme ve hiyerarşik bilgi aktarım metodumuz ilgi çekici değildir. Çünkü “eğlenmelerine” ve “keşfetmelerine” izin vermemektedir. İşte bu sebeple organizasyonlar genç ve tecrübesiz çalışanları daha kapıdan girdiği ilk anda kurumsal bisikletlerini teslim etmeli ve özgürce sürmeleri için imkan sağlamalıdır. Sürekli, kalıcı ve ilham veren öğrenme ancak böyle mümkün olur.
O zaman bu yazının yazılmasına ilham olan Muhsin KIZILKAYA’nın aşağıda linkini verdiğim köşe yazısından 1 öğrendiğim ve Nobel Barış Ödülü sahibi Güney Afrikalı Din Adamı-Aktivist Desmond TUTU’nun şu sözü ile bitirelim.
“Bir adama balık verirsen, onu bir gün doyurursun. Bir adama balık tutmayı öğretirsen, onu ömür boyu doyurursun. Ama bir adama bisiklet sürmeyi öğretirsen, balık tutmanın ne kadar aptalca ve sıkıcı olduğunu fark edecektir.”
Genç çalışanlarımıza balık tutmayı değil bisiklet sürmeyi öğretelim. Onlar balık tutmayı keşfedeceklerdir!..